“`html
MTO’nun yetenekli öğrencilerinden biri olan Azerbaycanlı temsilcimiz Vuqar Azizof’un kaleme aldığı ve kurban kıssası üzerinden medeniyetimizi derinleştiren yazısının son kısmını sizlerle paylaşmayı arzuluyorum. Umudum, bayramları gerçek bir sevinçle yaşayacağımız günlere ulaşabilmemizdir.
***
Kurban kıssası, tarihsel süreçte yalnızca bireysel değil, toplumsal ve medeniyet açısından da bir yapı taşı olmuştur. Moğol saldırıları esnasında adeta bir ateşe atılan Türk-İslam dünyasında, İbrahimî ruh yeniden canlanmış; ilim, bilgelik ve hikmetle yeniden yükselmiştir.
Gazâlî, ilimle; İbn Arabî, irfanla ve Mevlânâ, hikmetle bu ruhu en iyi şekilde temsil eden İbrahimî şahsiyetler arasında yer aldılar.
Onlar, bir medeniyetin temel taşlarını sırtlayarak sadece bireyler olarak değil, adeta ümmetin tüm yükünü taşıyan İbrahim ümmeti oldular. Her biri, çağlarının putlarını yıkan, ateşlere giren ve sistemlerin özünü Tevhid ile dolduran kurucu vizyonlardı. İbrahim kıssası, onların ilmi, manevi ve irfanî serüvenlerinde yeniden görünür hale geldi.
Ve nihayet, bu İbrahimî şahsiyetlerin taşıdığı ruh, sadece bireyler düzeyinde kalmadı; devlete dönüştü. O devletin adı Osmanlı’ydı. Bu, bir hanedanın değil; İslam’ın tarihsel derinlikteki gerçeklerinin yansımasıydı. Osmanlı, yalnızca bir “devlet” değil, aynı zamanda bir “emanet”ti.
Osmanlıyı kuranlar, İsmail gibi kendini adayan ruhlardı. Onlar, teslimiyetin ne anlama geldiğini kan ve dua ile gösterdiler. Öncelikle padişahlar, bu mukaddes yükü kaldırmayı kendilerine bir görev kabul ettiler.
Ertuğrul Gazi, hayvancılığı geliştirmek için değil; İslam’ın ruhunu sınırda yaşatmak amacıyla Bizans’a yakın bölgelerde yer aldı. Bu bir ticari değil, manevi bir nöbet niteliğindeydi. Hakikat aşkı orada filizlenerek insan ruhunun karanlıklarını aydınlattı. Bu ateş, bir milletin değil, bir ümmetin kalp ateşiydi.
Osman, Orhan, Murad ve Bayezid gibi padişahlar, İsmail gibi kendilerini adadılar. Kendi hayatlarını değil, İslam’ın geleceğini her zaman öne çıkardılar. Bu nedenle Osmanlı, yalnızca toprak değil, aynı zamanda manevi genişlikti.
Ve işte bu teslimiyetin sonucunda, Allah’tan gelen lütuf da belirmeye başladı. Tıpkı kıssada bir kurbanlık hayvanın semadan gönderilmesi gibi, İslam ümmetine de İstanbul ihsan edildi. Bu lütuf, sadece bir şehir değil; medeniyetin altın damgasıydı.
İstanbul’un dünyanın kalbi olarak fethedildiği gün; hakikat, adalet ve merhametle bir ümmet doyuruldu.
İşte bu, Kurban’ın kıssadan hakikate, bireyden devlete, devletten medeniyete uzanan kutsal zinciriydi.
Bu kurulan ilahi şuurdan hareketle, Kurban Bayramı’nın ait olduğu kıssadan geleceğimize de işaretler bıraktığını söyleyebiliriz.
“İbrahim, tek başına bir ümmetti.”
Bugün Türk-İslam dünyasının geleceği için gerekli olan temel unsur: İbrahimî bir akıl, irade ve tevhid bilincidir.
Bu bilinci taşıyacak olanlar, bireyden ümmete dönüşen bilinç taşıyıcılarıdır. Yani bugünün Gazâlîleri, İbn Arabîleri ve Mevlânâları yetişmelidir. Ancak bu isimler yalnızca geçmişte yaşamamışlardır; her dönem kendi İbrahimî bireylerine ihtiyaç duyar.
Geleceğin medeniyeti, bireyde başlayan fakat ümmete ulaşan bir bilinçle inşa edilecektir. Yeni İbrahimler, çağın putlarını ayırt etmeli ve yakmalıdır: sekülerizm, bireyciliği, dijital bağımlılığı ve kimliksizlik…
Tevhid merkezli, hikmet dolu ve irfan ile şekillenen bir medeniyet mefkûresi, geleceğin temeli olacaktır.
“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap; inşallah beni sabredenlerden bulursun.”
Hz. İsmail’in duruşu, geleceği kuracak gençliğin psikolojik ve ruhsal altyapısını simgeler: Adanmak, sabretmek, güvenmek ve fedakarlıkta bulunmak.
Bugünün gençliğinde bu ruh yeniden inşa edilmeden hiç bir gelecek oluşturulamaz.
Gelecek, kendini adayan bir gençliğin kalbinde filizlenecektir.
Teslimiyet, itaat değil; tevhidin ekseninde sorumluluk bilincidir.
Yeni İsmailer, yalnızca kariyer veya kazanç peşinde değil; kutsal bir hedef için yaşayan bireyler olmalıdır.
Eğitim sistemleri, medya ve aile yapıları, bu ruhu beslemeye yönelik hizmet etmelidir.
“Biz bu durumu büyük bir imtihan olarak değerlendirdik ve ona büyük bir kurban ihsan ettik.”
Kurbanlık hayvan, teslimiyetin karşılığı olarak verilen ilahi lütuftur.
Türk-İslam dünyasının geleceği, İbrahimî bilinç ve İsmailî teslimiyet birleştiğinde ortaya çıkması beklenen yeni bir ihsan medeniyeti oluşturacaktır.
Bu medeniyet:
- Adaletle hükmedecektir,
- Hikmetle yaşayacaktır,
- Merhametle kuşatılacaktır.
Kurban, bir toplumun bedel ödemeden lütuf alamayacağını ifade eder.
Ancak kurban edenler, hakikatin lütfuna mazhar olacaktır.
Gelecekte İstanbul gibi şehirler, yalnızca fiziksel değil; manevi merkezler olarak yeniden “kurbanlık ihsanlar” sunabilir.
Kurban, sadece geçmişin anısı değil; geleceğin vaadidir.
Kurban kıssası, Türk-İslam dünyasına şu mesajı verir:
“Birey, İbrahim gibi düşünsün; gençlik, İsmail gibi adansın; toplum ise kurbanlık gibi ilahi ihsanı taşıma yeteneği göster.”
İşte o zaman, Kurban bir bayram olmaktan çıkıp, bir medeniyetin yeniden doğuşu olur.
Yusuf Kaplan hocanın şu değerli tespitiyle yazıyı sonlandırmak isterim:
Bizim iki temel problemimiz var:
“Teslimiyet ve Temsiliyet!”
İbrahim gibi “Teslimiyet” ruhu,
İsmail gibi “Temsiliyet” modeline dönüştüğünde,
hakikatin lütfuna nail olacağız, Allah’ın izniyle…
Vesselam…
“`